NeFReT'in Dünyası,,, Sizinle Birlikte Her Saniye Büyüyoruz resulzadem |
|
| Ali Samiyen | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
NeFReT ADMİN
Mesaj Sayısı : 985 Yaş : 54 Kayıt tarihi : 12/11/06
| Konu: Ali Samiyen C.tesi Kas. 25, 2006 8:19 am | |
| Ali Sami Yen Köklü Bir Ailenin Spora Gönül Vermiş Evladı Kurucumuz, Ali Sami Yen’in 1886’dan 1951’e kadar süren 65 yıllık yaşamının bilinmeyen öyküsü....
"Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmektir " diyordu Ali Sami Bey, henüz 20. yüzyılın başında Galatasaray kulübünün temellerine ilk harç konurken. Sadece yanıbaşındaki, onunla duygu ve düşünce birliğine sahip olan birkaç yakın arkadaşının şahitlik ettiği bu mütevazı sahne, aynı yüzyılın sonuna geldiğimizde bir büyük gösteriye dönüşecek ve Galatasaray adını Avrupa’nın en büyüğü olarak zirveye yazdıracaktı. Hem de bir İngiliz takımını UEFA kupasının finalinde devirerek. Ve en az onlar kadar futbol denilen bu oyunu da oynayarak, hatta onlardan daha da iyi oynayarak.
İşte yüzyılın başındaki bu macera, gönülleri spor ve dolayısıyla da futbol aşkı ile dolu bir avuç gencin girişimiyle böyle başlamıştı. O günlerde kimse gün gelip de, bu takımın kök salarak, ülkenin en önde gelen sportif markalarından birisi olabileceğini aklına bile getiremezdi. Aslında nasıl getirecekti de. Ortam bu tarz girişimler için son derece elverişsizdi. II. Abdülhamit tahtta yaklaşık 30 yılı aşkın bir süredir oturmaktaydı. Giriştiği otokratik modernleşme çabaları bağlamında memlekette bir çok alanda gözle görülür bir gelişme kaydedilmiş, ancak özgürlükler konusunda tam anlamıyla yaya kalınmıştı.
Halbuki değişen ve gelişen dünya şartlarında bilgi hızla yer değiştirmeye başlamış, düşünce ve fikirler sınır tanımaksızın bir memleketten ötekine kısa zamanda ulaşıverir olmuşlardı. Siyaset ve kültür alanında yaşanan bu gelişmeler hiç şüphesiz ki, benzer etkileri sportif alanda da yapmakta gecikmemişti. Dünyada spor alanında yaşanan gelişmeler ile ortaya çıkan yeni oyunlar fazla zaman kaybetmeksizin imparatorluğun o günkü başkenti olan İstanbul’un kozmopolit ortamına düşüvermekteydi.
Futbol ile Tanışıyoruz İşte 1900’lü yılların başında İstanbul’daki İngilizlerin çayırlarda oynadıkları bir oyun Galatasaray Sultanisi’nde okumakta olan gençlerin ilgisini çekmekte gecikmemişti. Dikdörtgen bir alanda 11’er kişilik takımlar, adına top denilen meşin bir yuvarlağı kaleden kaleye koşturmaktadırlar. Ancak bunu yaparken topu kimi zaman zarif çalımlar ile taşımakta, kimi zamanda aralarında yaptıkları paslar ile rakip sahaya iletmektedirler. Ama ne olursa olsun, atılan şutlar, kornerlerden gelen topa kafa vurabilmek için yapılan hamleler ve hele topun kaleye girişi sonrasında gol diye bağrışarak sevinmek, kısacası futbolun coşkusunu yaşamak bambaşka bir keyiftir. Bu oyunu ilk kez Kadıköy’deki çayırda oynanırken gören Ali Sami Bey, deyim yerindeyse daha o günlerde bu ilginç oyuna aşık olmuş ve kuracağı bir takım ile bu oyunu oynama sevdasına düşüvermiştir. Gerçi sevdaya düşmesine düşmüştür ama, bu oyunu nasıl ve hangi şartlar altında oynayacakları ise kocaman bir meçhuldür. Çünkü dönemin siyasal şartları gereği insanların, hele ki mektepli gençlerin bir araya gelip de herhangi bir konuda faaliyette bulunmaları hiç de hoş karşılanmamaktadır. Ayrıca bu iş için gerekli malzemenin nereden ve nasıl sağlanacağı, daha doğrusu hangi para ile sağlanacağı da bir başka meçhuldür. Ancak daha da önemlisi bu oyunun nasıl oynanacağı, kimlerden öğrenileceği ise meçhullerin de meçhulüdür.
O günlerde top denilen nesne Galatasaray Sultanisi’ne girmiştir girmesine. Ve bu top ile oynamak sevdası da çok kişinin gönlüne düşmüştür düşmesine. Ancak top ile oynamaktan anlaşılan şey; ya topu bir vuruşta okulun damından daha yukarıya aşırmaktır, ya da ortaya atıp o topa hücum eden yüzlerce öğrencinin arasından topa sahip olarak kendini ve topu oradan sağ salim çıkarabilmektir. Hatta bu işe öncülük etmesi yüzünden genç Ali Sami, okul müdürü Abdurrahman Şeref Bey tarafından bir çok kez azarlanır. Abdurrahman Şeref Bey "… Ali Sami Efendi sen çalışkan bir talebesin. Böyle arbedelerin başına geçmeni sana asla yakıştıramıyorum ve bu mevzunun ele başılığını yapmana da hayret ediyorum …" diyerek birçok kereler kulağını çekiverir. Ancak değişen fazla bir şey olmaz. Top sevdası bir kere gönüllere düşmüştür artık. İşte böylesi bir ortamda Ali Sami vasıtasıyla kuralsız kaidesiz biçimde de olsa futbol oyunu ile tanışan Galatasaraylılar, bir müddet sonra aynı Ali Sami’nin liderliğinde, o günlerin şartlarında neredeyse imkansız gibi görünen bir işe soyunuverirler. Yani bir futbol takımını, Galatasaray’ı kurmaya soyunurlar.
Ali Sami Kimdir? 1905 yılında öğrencisi olduğu okulda en yakın arkadaşları olan Emin Bülend ve Asım Beyler ile takımı oluşturan, yine o günlerde bakımı çok zor olan ve yerine yenisini koyabilmenin hiç de kolay olmadığı tek futbol topuna gözü gibi baktığı için başkan olan, Şişman Yanko’nun Çarşıkapı’daki dükkanında seçilen kumaşların göz alıcı ışıltısında takımın renklerini sarı kırmızı olarak belirleyen, ilk formaları ablası başta olmak üzere eşe dosta diktirerek sahaya takım gibi bir takım çıkartan ve henüz isimsiz olan takıma seyircilerin yakıştırdığı Galatasaray Efendileri’nden ilhamla bugün de gururla taşıdığımız adını koyan Ali Sami Bey 20 Mayıs 1886 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelir. Ünlü dilbilimci ve yazar Şemsettin Sami’nin oğluydu. Babası 1850 yılında bugün Yunanistan sınırları içinde yer almakta olan Yanya’da dünyaya gelmişti. Ailenin bu topraklardaki geçmişi yüzyıllara dayanmakta olup, Fraşeriler olarak bilinen bir sülalenin torunlarıydılar. Babası ilk eğitimini Yanya’daki Rum okulunda yapmış, bu sırada öğrenmeye başladığı yabancı diller dolayısıyla lisana ve edebiyata olan ilgisini fark etmişti. Yanya’da başladığı memuriyet hayatını, 1871’den itibaren İstanbul’da devam ettirmişti. Bu arada İstanbul’a yerleşmiş olması dolayısıyla artan imkanlara paralel dilbilim üzerine çalışmalar yaparak, bu sahada kendisini geliştirmeye başlamıştı.
Yaptığı mutsuz evlilikler, birbiri ardına yazılan kitaplar ve romanların yanısıra bugün bile kaynak olarak tartışılmaz bir değeri olan Kamus-ı Türkî gibi, Kamus-ı Fransevî gibi lügatler ile Kamus’ül-Alâm adını taşıyan ansiklopedik lügatleri ile Şemsettin Sami kültür dünyamızda kendisine müstesna bir yer edinmiş bulunmaktaydı. Türkçe’nin dil sorunlarını inceleyen ve dildeki yabancı kelime ve kuralların Türkçe’den arındırılmasını savunan Şemsettin Sami son yıllarını bir takım politik görüşlerinin sarayı rahatsız etmesi üzerine Caddebostan semtindeki köşkünde göz hapsinde geçirmek durumunda kalmıştı. 1904 yılında da sessiz sedasız bu hayata gözlerini kapatmıştı.
Şemsettin Sami 1886 yılında dünyaya gelen oğlu Ali Sami’yi işte böylesi zorlu ve karmaşık bir ortamın şartları altında yetiştirmeye çalışmıştı. İlk tahsilini babasından alan Ali Sami daha sonrasında ise babası tarafından dönemin önde gelen okullarından birisine, yani Galatasaray Sultanisi’ne gönderilmişti. Ali Sami bu okulda hiç şüphesiz ki pek çok şey öğrenmişti. Modern spor anlayışından Fransızca’ya, dönemin edebiyat akımlarından, siyasal gelişmelerinin tümüne değin. Ama bir şeyleri sıfırdan oluşturmayı, oluşturduktan sonrada azimle onu geliştirmeyi ve kurumsallaştırmayı da babasından öğrenmişti. 1906 yılında mezun olduğu okul da elbetteki bunları pekiştiren bir etki yapmıştı Ali Sami’nin üzerinde. Tıpkı dönemin yükselen değeri olan modern milliyetçilik ile özgür düşüncenin önemini de bu okulda öğrenmiş olduğu gibi.
Ali Sami ve Sporla İçiçe Günler Bu arada Ali Sami tarafından binbir güçlükle kurulan takım da bir şekilde sahaya çıkar. Daha doğrusu o günlerde adına saha denilen İstanbul çayırlarına. Elbette kırmızı fesli hafiyelerin sıkı takipleri altında. O zor günlerde okuldan gizlice moda çayırına gidilir, Lazari’nin salaş kahvehanesinde, kimi zamanda mezarlıklarda soyunulur, giyinilir ve maçlara çıkılır. İlk maçlar sonuçları itibarıyla pek de iç açıcı olmaz. Farklı mağlubiyetler alınır. Ancak Galatasarayı Efendileri bu mağlubiyetlerden dolayı yılgınlığa kapılmazlar. Hem okul yönetiminin baskıları, hem de içinde bulunulan maddi ve manevi imkansızlıklara rağmen bu gençler futbol sevdasından vazgeçmezler. Ve 1906 yılında, yani kuruluşundan bir yıl sonra Galatasaray dönemin çok güçlü takımlarından birisi olan Imogen ile oynanan ve kıran kırana geçen bir maçı berabere bitirir. Bu o günün şartlarında tam anlamıyla bir zaferdir. Zaten bunun üzerinden çok da fazla bir zaman geçmeden II. Meşrutiyetin ilanı ile başlayan liglerde ilk şampiyon Türk takımı olarak Galatasaray adını zirveye yazdırıverir. Sene 1909’dur.
Aktif Sporculuktan Sonraki Günler Galatasaray’ın futbolda kısa zaman zarfında elde ettiği başarılarda şüphesiz ki, Ali Sami’nin de büyük katkısı vardı. Zarif çalımları, kuvvetli driplingleri ile Galatasaray orta sahasının vazgeçilmez oyuncularından birisidir. Ne var ki, 1907 yılının sonlarında Kadıköy takımına karşı oynanılan ve 3-0 kazanılan bir maç esnasında ayağının kırılması, Ali Sami’nin futbol sahalarındaki kariyerine de bir anlamda nokta koyar. Uzun süren bir tedavi süreci sonunda yine futbol sahalarına dönse de artık eskisi gibi oynayamaz.
Ancak bu onun futboldan, Galatasaray’dan ve en önemlisi spordan koptuğu anlamına gelmez. Onun için artık yöneticilik devri başlamıştır. Ali Sami Bey, Meşrutiyetin ilanı sonrasında tescili yapılan kulübün ilk başkanı olur. Ve 1905 başlangıç kabul edilmek üzere 1918 yılına değin 13 yıl aralıksız başkanlık yapar. Daha sonra bir de 1925 yılında bir yıllığına başkanlık koltuğuna bir kez daha oturur.
Futbol sahalarından uzak kaldığı günlerde başka sportif uğraşlara yönelir Ali Sami Bey. Fenerbahçeli Sait (Cihanoğlu) Bey ile birlikte Kısıklı ve Hekimbaşı taraflarında ava çıkar. Ancak hayvanları vurmaya kıyamadığından bu av partileri onun için daha çok kır gezilerine dönüşür.
Hukuk Mektebine kaydolduğu, 1911 yılında Ahmet Robenson ile birlikte keşşaflık yani İzcilik ekibini oluştururlar. Gençlerin spor ve kültür ağırlıklı çalışmalar eşliğinde hayatı tanımalarını amaç edinirler. Aynı günlerde Galatasaray’ın denizcilik şubesini oluşturmak için kolları sıvar Ali Sami. Katıldığı kurslarda denizciliği detaylı bir şekilde öğrenir. Onun bu çabaları dönemin Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın dikkatini çeker ve kendisi Bahriye Mühendis Mektebi’ne beden terbiyesi ve spor öğretmeni olarak atanır. Aynı günlerde Moda’daki İtalyanlara ait lokal, savaş dolayısıyla hükümet tarafından el konulduktan sonra Galatasaray kulübüne verilir. Burası kulübün lokali haline getirilir. Ve Ali Sami Bey o güne kadar kazanılmış tüm kupaları buraya getirerek, ilk müzeyi de bu mekanda kurar. Yine aynı günlerde Ali Sami, köşklerinin bahçesine bir tenis kortu yaptırarak, bu spor ile uğraşmak isteyen gençlere kendi çapında bir spor tesisi daha kazandırır.
Sonrasında zor günler gelir. Savaş ve hemen arkasından İstanbul’un işgali. Kulübün Moda’daki lokaline el konur. Kapanma tehlikesi ile karşı karşıya kalan kulübü Ali Sami Bey büyük bir gayretle yaşatmaya çabalar. Kulüp bu zor günlerde doğduğu yer olan liseye sığınır. O güne kadar kazanılan kupalar da liseye gelir ve bugünkü müzenin temelleri de böylece atılır. Bu arada maddi açıdan zor günler yaşayan Ali Sami Bey, tütün tekelini idare eden bir kuruluş olan tütün rejisinde memur olarak çalışmaya başlar
En son tarafından C.tesi Kas. 25, 2006 8:22 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | NeFReT ADMİN
Mesaj Sayısı : 985 Yaş : 54 Kayıt tarihi : 12/11/06
| Konu: Ali Samiyen Devam C.tesi Kas. 25, 2006 8:20 am | |
| Spor Yöneticiliği Günleri Başlıyor Savaş yıllarının zor şartları altında bile sporla ilişkisini kesmeyen Ali Sami Bey, bu arada milli mücadeleye de her halükârda destek olur. Öyle ki, İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunun hemen sonrasında topladığı sporcu arkadaşları ile birlikte şehri kurtaran Refet Paşa!yı ziyarete giderler. Paşa yaptığı teşekkür konuşmasında Ali Sami ve arkadaşlarına, "… bizler Anadolu’da savaşırken, sizler de burada işgal güçlerinin takımlarına karşı yaptığınız maçlarda aldığınız galibiyetler ile halka moral vererek çok mühim bir iş yaptınız…" diyerekten kendilerini kutlar. Kısa bir zaman sonrada, 1922 tarihinde kurulan ve ülkenin ilk spor teşkilatı olan İdman Cemiyetleri İttifakı’nın başkanlığına Ali Sami Bey getirilir. Ali Sami Bey bu dönemde tüm spor branşlarında federasyonların kurulmasına öncülük eder. Spor branşları için gerekli yönetmelikler yabancı dillerden tercüme edilerek, yürürlüğe konur. Ali Sami Bey sporcuları örgütlü hale getirirken, aynı zamanda Romanya karşısında ilk maçına çıkan milli takımı da bu karşılaşmaya teknik sorumlu olarak hazırlar.
1924 yılında ise Ali Sami Bey Olimpiyat Komitesi Başkanı sıfatıyla Paris oyunlarına giden heyetin başında yer alır. Türk sporcuları sportif anlamda belki kayda değer bir başarı elde edemezler ama, orada Ali Sami Bey başkanlığında sergiledikleri modern Türk imajıyla büyük takdir ve ilgi toplarlar.
Sessiz Yıllar Cumhuriyetin kuruluşu ile başlayan süreçte yaşanan büyük coşkuya paralel olarak Türk sporunun gelişmesi adına aynı coşku ile bir çok yeniliğe imza atan Ali Sami Bey, otuzlu yıllara gelindiğinde ise yavaş yavaş arka plana doğru çekilmeye başlar. Bu yıllarda siyasilerin spora giderek daha fazla müdahale etmeleri ve hele otuzlu yılların ikinci yarısında spor teşkilatlarının doğrudan tek parti idaresinin bir parçası gibi değerlendirilerek yeniden yapılandırılması, onun spor yöneticiliğini bırakmasına neden olur. Çünkü sporun yönetiminin siyasetçilerin değil, doğrudan doğruya spor adamlarının işi olduğunu düşünmektedir. Bu yıllarda Tekel idaresinde değişik görevler üstlenen Ali Sami Bey, yeni bir takım girişimlerde bulunmaktan da geri durmaz bu arada. 1931 yılında eski bir öğrencisinin teşvikiyle önce araba kullanmayı öğrenir. Sonrasında işin mekanik kısmına merak sararak, kısa zamanda tek başına araba tamiri yapacak kadar da uzmanlaşır. Otuzlu yıllarda otomobil ile tek başına dört uzun yolculuğa çıkar. Bir anlamda izcilik ile motor sporlarını birleştirerek, kendisine yeni bir meşgale oluşturur. Aynı günlerde soyadı kanununun çıkmasıyla birlikte kişiliğine en uygun olan soyadı, yani Yen’i alır.
Bu arada otomobil merakı sadece bir hobi olarak kalmaz. Yabancı dilden motor sporları yönetmeliklerini tercüme ederek, motor sporlarının bu ülkedeki ilk yazılı kurallarını hayata geçirir. Kırklı yıllarda ise Seyrüsefer Komisyonu üyeliği ile Turing Kurumunun otomobil kısmının başkanlığı görevlerine getirilir. Türkiye’deki motor sporlarının ivme kazanması da böylece Ali Sami Yen’in bu görevlere atanmasıyla birlikte başlar. Daha önce altyapısını hazırladığı motor sporları Ali Sami Yen’in teşvikiyle kırklı yılların sonlarından itibaren Türkiye’de de yapılmaya başlanır.
Son Yıllar 1950 yılında Milli Eğitim Bakanlığının isteği üzerine sporun amatör bir teşkilat tarafından idaresini sağlayacak bir yasa tasarısının hazırlıklarına katılır. Yine aynı dönemlerde spora yönelik olarak bir kitap hazırlığına girişir. Ancak yayınlamaya muvaffak olamaz. Çünkü 29 Temmuz 1951 günü sabaha karşı geçirdiği bir kalp krizi sonucunda bu hayata veda eder Ali Sami Yen. Ölümü tüm ülkede büyük bir üzüntüyle karşılanır. Ancak mücadeleci kişiliği ve örgütçülüğü ön planda tutan yönetim anlayışı ile oluşturduğu bir büyük camia, yani Galatasaray Spor Kulübü ise gerideki en büyük eseri olarak bugünlere kalır. 1905’ten 2005’e, 2005’ten de sonsuzluğa değin hep başarılara imza atmak adına…
MEHMET ALİ GÖKAÇTI
Künye:
Adı: Galatasaray Spor Kulübü
Kuruluşu: 1905 Sonbaharı
Kurucuları: Ali Sami Yen, Asım Tevfik Sonumut, Emin Bülend Serdaroğlu, Celal İbrahim, Bekir Sıtkı Bircan, Reşat Şirvanizade, Refik Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver
Kurulduğu Yer: Galatasaray Lisesi 5. sınıfı
İlk Renkler: Kırmızı-Beyaz ( Sonradan Sarı- Siyah ve Sarı -Kırmızı)
İlk Lokal: Galatasaray`da Bulgar Sütçü`nün Dükkanı
İlk Amblem: Tobler Çikolatasındaki kartal
İlk Başkan: Ali Sami Yen
İlk Maç: Galatasaray- Kadıköy Faure Mektebi (2-0)
İlk Spor Dalı: Futbol
İlk Şampiyonluk: İstanbul Pazar Ligi Şampiyonluğu
Kuruluş Hedefi: " İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak. Türk olmayan takımları yenmek."
Kuruluş:
Galatasaray Spor Kulübü, Türk Spor Tarihi'ndeki öncü olma özelliğini hiç kuşkusuz içinden doğduğu ve gene öncü bir kurum olan Galatasaray Lisesi'nden (Mektebi Sultani) almıştır. Okul ile kulüp arasındaki koparılmaz bağ, yadsınamayacak bir gerçeklik ve övünç kaynağıdır.
Devlet adamı yetiştirmek amacıyla II. Beyazıt tarafından 1482'de kurulan mektep, adını kurulduğu bölgeden alır ve "Galata Sarayı" olarak anılmaya başlar. Okul modern konumuna 1 Eylül 1868'de Sultan Abdülaziz döneminde kavuşur. Okul' un yeniden yapılanmasıyla birlikte, Türkiye'de de gerçek anlamıyla ilk sportif çalışmalar başlamış olur ve okulda Beden Eğitimi dersi jimnastikçi 'Monsieur Curel' tarafından eğitim programına konur. Bu atılımlar gerçekten bir devrim niteliği taşımaktadırlar. Curel, modern aletler eşliğinde çalıştırdığı öğrencileri sportif açıdan geliştirirken, onlar için Kağıthane'de bir idman Bayramı düzenler. Yıl 1870'tir. Bu etkinlikte başarı gösteren sporcular değişik ödül ve madalyalar kazanır ve yarışmaların sonunda öğrencilere "kuzulu pilav" verilir. Bu da, sonraki yıllarda bir başka geleneğin başlangıcını oluşturur.
Curel'den sonra görevi devralan yabancı spor hocaları (M. Moiroux, Signor Martinetti, Stangali gibi), jimnastik ve atletizmin yanı sıra, değişik branşlara da eğilerek (yüzme, kürek, aletli jimnastik), bir ilki daha başlatmış olurlar. Bu çalışmaların ürünü çok geçmeden alınmaya başlanır ve adı Türk Spor Tarihi'ne altın harflerle yazılan Faik Üstünidman'ın yanı sıra, Binbaşı Mazhar Kazancı, Abdurrahman ve Ahmet Robenson kardeşler GSL'nde görev alıp, izcilik, tenis, hokey gibi spor dallarının öğrenciler arasında yaygınlaşmasını sağlarlar. Özellikle Üstünidman'ın ön ayak olmasıyla, öğrenciler futbolla tanışırlar. Ama oynanan futbol, bir kör dövüşünden farklı olmayan ve kural tanımayan bir koşuşturmayı andırmaktadır. Ama futbol GSL' nin Tören Kapısı'ndan adımını atmış ve tam bir salgına dönüşmüştür.
1901 yılında İstanbul'da yaşayan iki İngiliz, James Lafontaine ve Horace Armitage, Rum ve İngiliz oyunculardan oluşan Kadıköy Futbol Kulübü'nü kurmuşlar ama 1903'te takımdaki İngilizler bir anlaşmazlık sonucu ayrılarak Moda Kulübü'nü oluşturmuşlardır. 1904 yılında ise bu kulüpler, Imogen, Elpis, Strugglers takımlarıyla anlaşarak, İstanbul Futbol Birliği'ni hayata geçirmişler ve bugünkü Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın yerinde bulunan "Union Club-İttihat Spor" sahasında düzenli karşılaşmalar yapmaya başlamışlardır. Görüldüğü gibi bu takımlar yabancı ya da azınlık takımlarıdır. Türk olmayan ekiplerin gerçekleştirdikleri bu ilk futbol karşılaşmaları, GSL öğrencilerini hem ilgilendirir hem de çok üzer. Artık onların amacı, kendi futbol kulüplerini kurmak, ölesiye sevdikleri bu oyunun kurallarını "hatmetmek" ve yabancılarla boy ölçüşmektir.
Türk olmayan takımları yenmek
Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu Ali Sami Yen, "Ellinci Yıl" kitabında kuruluş öyküsünü şöyle anlatır: "1 Teşrin 1905'te mektebin beşinci sınıfında edebiyat muallimimiz merhum Mehmet Ata beyin dersi esnasında birkaç arkadaş baş başa vererek Galatasaray'da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik. İlk müteşebbisler oyuna ve mücadeleye meyyal arkadaşlardan Asım Tevfik Sonumut, Reşat Şirvani, Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver, Kamil...gibi gençlerdi. Mektepde tahsilde bulunan Bulgar ve Sırp talebesinden çevik ve kuvvetli olanlar da bize iltihak etmişlerdi. Asım'ı muhasebeciliğe, Cevdet'i ikinci reisliğe seçmiş, kendim de Reis olmuştum. Asım her hafta arkadaşlardan birer kuruş toplamakda mahir olduğu için kendisini muhasebeci yapmıştık. Ben Reisliği topu yağlayıp şişirmekle almıştım. Topumuza evladım gibi bakardım. Zaten varımız yoğumuz da toptu. Mektebe gelirken, domuz sokağından geçer, domuz yağı alırdım. Topu onunla yağlar, şişirirdim; yamasını yeni pabucumdan kesmiştim. Bunu gören arkadaşlar, bana hepimizden fazla paye vermişlerdi. Yani o zaman Reisliğe ve diğer vazifelere payeyi, en çok çalışan kazanırdı. Cevdet de ikinci Reisliği formaları yıkadığı için almıştı.
"Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek."
Kulübün adının Gloria (Zafer) ya da Audace (Cesaret) konulması yolunda görüşler ortaya atılmışsa da, sonuçta Galatasaray olmasında anlaşmaya varılmıştır. Araştırmacı Cem Atabeyoğlu, Galatasaray adının, bu takımın yaptığı ilk maçta Rum ekibini 2-0 yenerken, seyircilerin onlardan "Galata Sarayı efendileri"diye söz etmelerinden doğduğunu yazar. Bunun üzerine kurucular da ismi benimserler ve "Adımız Galata Sarayı olsun" derler.
Kurucu Listeler
1905'ten 1919'a kadar Galatasaray Spor Kulübü'ne Başkanlık yapan, mektebin 889 numaralı öğrencisi Ali Sami Yen, inci gibi elyazısıyla tuttuğu Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü ıhsaiyet Defteri'nin (Sayım-İstatistik Defteri) 181 ve 182. sayfalarında kurucu 13 üyeyi şöyle sıralar: 1-Ali Sami Yen; 2-Asım Sonumut; 3-Emin Bülend Serdaroğlu; 4-Celal İbrahim; 5-B. Nikolof; 6-Milo Bakiş; 7-Pol Bakiş; 8-Bekir Sıtkı Bircan; 9-Tahsin Nahit; 10-Reşat Şirvanizade; 11-Hüseyin Hüsnü; 12-Refik Cevdet Kalpakçıoğlu; 13-Abidin Daver.
1905'te Osmanlı İmparatorluğu'nda bir dernekler yasası bulunmadığından, Galatasaray Spor Kulübü yasal olarak tescil edilme olanağını bulamamıştır. 1912 yılında Cemiyetler Kanunu çıkarıldıktan sonra, kulüp yasal bir kimlik kazandı. Yetkili makamlara kulüplerin tüzükleriyle birlikte, kurucu üyelerin ad ve adreslerinin de bildirilmesi zorunlu tutulduğundan, istifa eden ya da eğitimlerini tamamlayarak ülkelerine dönen üyeler ilk listeden çıkarılmış ve 1 Eylül 1913'te kurucu liste yeniden düzenlenmiştir. Kurucu üyelerin yeni sıralaması şöyle gerçekleşmiştir: 1-Ali Sami Yen; 2-Asım Sonumut; 3-Emin Bülend Serdaroğlu; 4-Celal İbrahim; 5-Bekir Sıtkı Bircan; 6-Reşat Şirvanizade; 7-Refik Cevdet Kalpakçıoğlu; 8-Abidin Daver.
Renklerin öyküsü
Galatasaray Spor Kulübü'nün ilk renkleri kırmızı-beyaz'dır. Bayrağımızın renklerinden esinlenerek seçilen bu renkler, dönemin baskıcı ve paranoyak yönetimi tarafından kuşkuyla karşılanmış ve futbolcular sıkı bir takibe alınmışlardır. Bu nedenle, sarı-siyah renkler gündeme gelmiş ama bunlar da kalıcı olmamış ve Galatasaray bugünkü renklerine kavuşmuştur. Bu renklerin öyküsünü Ali Sami Yen'den dinleyelim: "Birçok yerleri dolaştıktan sonra, nihayet Bahçekapı'daki Şişman Yanko'nun dükkanına gidilerek orada zarif iki yünlü kumaşa tesadüf ettik. Biri, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de, içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı. Tezgahtar, mahirane bir el hareketi ile kumaşların dalgalarını birleştirdi. Bir saka kuşunun başı ile kanadının yarattığı renk güzelliğine benzer bir parlaklık hasıl oldu. Ateşin içindeki renk oyunlarını görür gibi olmuştuk. Sarı-Kırmızı alevinin takımımız üstünde parıldamasını tasavvur ediyor ve bizi derhal galibiyetten galibiyete götüreceğini tahayyül ediyorduk. Nitekim de öyle oldu." Buna karşılık kuruculardan Bekir Sıtkı, söz konusu renklerin Gül Baba'nın II.Beyazıt'a verdiği sarı ve kırmızı güllerden esinlendiğini ileri sürer.
Galatasaray Dergisi
GS Amblemi nasıl doğdu?
Galatasaray Lisesi talebelerinden Ayet Emin'in çizdiği Galatasaray amblemi, eski Türkçe şekli ile
Galatasaray ' ın ilk amblemi, 333 Şevki Ege tarafından çizildi. Bu, ağzında futbol topu olan kanatları gerili bir kartaldı. "Kartal", Galatasaray'lıların üzerinde durduğu bir amblem örneğiydi. Ancak, kartal adı benimsenmeyince, Şevki Ege'nin kompozisyonu bir kenara itildi. Sonraları , GS amblemi doğdu ve benimsendi.
Suat Başar,Galatasaray ambleminin nasıl doğduğunu şöyle anlatıyor:
Yıl 1923…
O yıl biz "cinquieme" da, yani lise 1' deydik. Arkadaşlarımızdan 74 Ayetullah Emin, sıra arkadaşı Şinasi (Şahingiray), ile birlikte her hafta "Kara kedi" %90 nispetinde Ayet'in inci gibi el yazısı ile yazılmıştır. Ayet, bir taraftan mecmuasının yazılarını temize çekerken, bir yandan da sahifelerini ve bilhassa kapak vazifesi gören ilk sahifesini süslerdi. Bir defasında bu kapakta hepimiz basit fakat zarif çizilmiş bir "Gayin -Sin" gördük. Kırmızı Gayin' ın içine sarı bir "Sin" oturtulmuştu. Hendesi çizgilerle ve muayyen ölçülerle resmedilmiş olan bu şekil , kulübümüzün, yalnız kulübün değil, bütün Galatasaray ' lılığın remzi olacaktı. Ama, her şeyden evvel bu şekli kulübün kongresine teklif etmek lazımdı. Bu teklifi kim yapacaktı? Tasarladığımız arkadaş çekingendi ve kongre günü yaklaşıyordu. Nihayet o gün geldi. 1923 yılında, bir gün mektebin resim sınıfında kalabalık bir kongre toplandı. Ne ateşli, ne heyecanlı bir kongreydi o. Kimler yoktu ki? Belli ki Galatasaray yeni hamlelere hazırlanıyor, spor sahasında yeni inkilaplar yapacak, memlekette yeni çığırlar açacak. Teklifler ve kararlar bibirini kovalıyor. Şinasi arkadaşımız Ayet'den "Gayin-Sin" resmini almış, kongreye teklif edecek, ama o da çekingen,arka sıralarda oturmuş bekliyor. Nihayet Şinasi'nin yanında oturan Dr. Namık (Canko) merhum , söz alıp ortaya çıktı ve:
Arkadaşlar, genç kardeşlerimizden Şinasi Reşit, kongremize bir rozet şekli getirmiş, kulübümüzün remzi ven rozetimizin şekli olarak kabul edilmesini teklif ederim, dedi. Büyük bir resim kağıdına çizilmiş ve renklerimizle boyanmış "Gayin-Sin" i ortaya çıkardı. Teklif alkışlar arasında ittifakla kabul olundu. Ayet, yalnız eski harflerle "Gayin-Sin" çizmekle kalmamış, aynı uslupla bir de "GS" yaratmıştı. Bunların asılları Ayet'in Şinasi'nin yardım ile çıkardığı haftalık el yazısı "Kara Kedi" mecmuasındadır. "Gayın-Sin" ilk defa 1925 de kurulan Galatasaray talebe sandığının hazırladığı mektup, kağıt ve zarflarına basıldı. Yine, 1925 de kabul edilen lise kasketine ve daha sonra lise ceketlerine işlendi. Bazı imkansızlıklar, rozetin yapılmasını geciktiriyordu. Nihayet bunu da sıra gelince, şekiller o zaman eski İpek sinemasının kapısındaki dükkanlardan birinde Besim Koşalay ile birlikte tuhafiye mağazası açan Nihat Bekdik'e verildi. Bir aksilik eseri bunlar kayboldu. O zamanki İdare Heyetinin bastırdığı matbualarda ve yaptırdığı rozetlerde Ayet'in eseri biraz şekil değiştirdi. GS nin yaratıcısı Ayet Emin'i 29 eylül 1931 de toprağa verdik. Dr. Namık ağabeyimiz 1933 yılında aramızdan ayrıldı. Allah Şinasi Şahingiray arkadaşımıza uzun ömürler versin. GS yi gördükçe, her üçünü hatırlar, ebediyete tevdi ettiklerimizi rahmetle yadederim. | |
| | | | Ali Samiyen | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|